Babasından gelen o mektupta ne yazıyordu? Bir insanın hayatını karartan o dedikodu neydi? 1980'lerde geçen bu yürek burkan gerçek hikayede, toplum baskısının ve acımasız dedikoduların, hayalleriyle yaşayan masum bir şairi nasıl kendi ruhunun gardiyanına dönüştürdüğüne şahit olacaksınız.
Bu dokunaklı gerçek hikâye, fakir bir köyde yaşayan ve tek hayali büyük bir şair olmak olan bir gencin hayatına odaklanıyor. Ancak ailesinin ondan beklentileri ve köylülerin bitmek bilmeyen baskıları, onu hayalleri ile sevdikleri arasında acı bir seçim yapmaya zorladı. Kalemini kırıp gardiyan olmayı seçtiğinde her şeyin biteceğini sanmıştı, ama bu sadece daha büyük bir dramın başlangıcıydı. Gardiyan, fedakarlık, iftira ve bir insanın sessiz çığlığı üzerine unutulmaz bir hayat hikayesi.
Bu ibretlik hikâye hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyoruz. Sizce en büyük suçlu kimdi? Yorumlarda bizimle paylaşın.
Hikâyemizi beğendiyseniz 'Beğen' butonuna basmayı ve yeni dokunaklı ve gerçek hikâyeler için kanalımıza ABONE OLMAYI unutmayın.
👇👇👇👇👇👇👇👇👇👇👇👇
❗ https://www.youtube.com/channel/UCo9ddb8lwd14du_CW5jzmig?sub_confirmation=1 ❗
☝️☝️☝️☝️☝️☝️☝️☝️☝️☝️☝️☝️☝️☝️
Gerçek hayatın içinden süzülüp gelen gerçek hikayeler, duygulara dokunan yaşanmış hikayeler, sizi içine çekecek gizemli hikayeler, şaşırtıcı ilginç hikayeler, yürek burkan duygusal hikayeler, ürkütücü korku hikayeleri ve düşündürücü ibretlik hikayeler ile dolu bir dünyaya adım atıyorsunuz.
Bu kanalda, yaşanmış olaylardan çıkarılan derslerle bezeli sıra dışı hikayeler, beklenmedik sonlara sahip dramatik anlatılar ve sizi derinden sarsacak şok edici gerçekler yer alıyor.
Hayatta kalma mücadeleleri, umut veren başarı hikayeleri ve yaşamın içinden gelen motivasyon dolu anlar, izleyiciye ilham verirken; bir yandan da trajik aşk hikayeleri ve dram dolu hayat öyküleri kalbinizin derinliklerine dokunacak.
Gerilim ve korku hikayeleri sevenler için, tüyler ürperten paranormal hikayeler, ürkütücü cin hikayeleri ve açıklanamayan esrarengiz olaylar bu kanalda sizi bekliyor.
Bilinmeyenleri keşfetmek isteyenler için, akıl almaz detaylarla dolu gizemli vakalar, gerçek hayata dayanan doğaüstü olaylar ve inanılması güç ama belgelenmiş gerçek hikayeler düzenli olarak paylaşılıyor.
Ayrıca, gizemin peşinden gitmeyi seven izleyiciler için dedektif hikayeleri, düşünmeye sevk eden psikolojik gerilim hikayeleri, merak uyandıran alternatif tarih olayları ve etkileyici gizemli dostluk öyküleri de içeriklerimiz arasında.
Her hafta yayınlanan yeni videolarla gerçek dünyada yaşanmış gizemli olaylar ekranlarınıza geliyor.
Bilim kurgu ve mitoloji tutkunları için ise fantastik hikayeler, efsaneleşmiş anlatılar ve unutulmaz mitolojik olaylar, gizemli efsaneler ve kadim mitolojik canavarlar eşliğinde karşınıza çıkacak.
Show More Show Less View Video Transcript
0:00
Daha önce hiç hayalleriniz ve sevdiklerinizin sizden beklentileri arasında sıkışıp kaldınız mı sevgili
0:06
dostlar? Hangisini seçerdiniz? Hı? Kalbinizin sesini mi yoksa toplumun ve
0:12
ailenizin size dayattığı o garanti geleceği mi? Peki ya en büyük engel ne
0:18
yoksulluk ne de çaresizlikse? Ya en büyük duvar en yakınınızdakilerin
0:24
komşularınızın, köylülerinizin zehirli dilleriyle örülseydi ne yapardınız?
0:30
Bu acımasız baskıya ne kadar direnebilirdiniz? İşte bu yürek burkan hikayemizde 1980'li
0:37
yıllarda İzmir'in fakir bir köyünde ineklerinin başında büyük bir şair
0:42
olmanın hayalini kuran Hasan Ali'nin yani hayallerinin peşindeki o masum
0:47
gencin nasıl kendi ruhunun gardiyanına dönüştüğüne şahit olacağız. Peki bir
0:53
insanı kalemini kırıp demir parmaklıkların soğuk yüzünü seçmeye iten sebep sizce ne olabilir?
0:59
Ailesinin ve köylüsünün bitmek bilmeyen baskılarının ardında yatan asıl sebep
1:05
neydi dersiniz? İşte tüm bunları hep birlikte öğreneceğiz sevgili dostlar. Bu
1:10
yüreklere dokunan hikayemizle ilgili görüşlerinizi ve bizleri nerelerden takip ettiğinizi mutlaka yazın, olur mu?
1:18
Eğer hazırsanız bu yürek burkan hikayemize geçebiliriz. İyi seyirler.
1:24
[Müzik] Yaşanmış Gerçek Hikayeler kanalına abone
1:31
olmayı ve videoyu beğenmeyi ihmal etme.
1:36
[Müzik] Soğuk gri duvarlar arasında yankılanan her ayak sesi, rutubetin kemiklere
1:43
işleyen kokusu ve demir kapıların iç titreten gümbürtüsü Hasan Ali'nin
1:48
dünyasının fon müziği gibiydi. Koridorun loş ışığında elindeki anahtar destesini
1:54
bir an olsun bırakmadan gölgesi duvarda bir o yana bir bu yana uzayarak ilerliyordu. Yüzündeki ifade ne öfke ne
2:02
de merhamet barındırıyordu. Sadece derin dipsiz bir yorgunluk ve kabulleniş
2:07
vardı. Mahkumlardan biri parmaklıkların arasından ona seslendi. "Gardiyan Bey,
2:13
yine ne karalıyorsun o deftere gizli gizli? Yoksa bizim günahlarımızı mı yazıyorsun?" dedi. Hasan Ali başını
2:20
kaldırmadan, dudaklarını bile kıpırdatmadan cevap verdi. "Kendi günahlarımın listesi bu. Seninkilere yer
2:27
kalmadı." dedi ve yürümeye devam etti. O küçük yıpranmış defter bu taş duvarlar
2:33
arasındaki tek sığınağıydı. İçinde ne mahkumların isimleri ne de vardiya
2:38
çizelgeleri vardı. İçinde parmaklıklar ardına hapsedilmiş kelimeler, zincire vurulmuş hayaller ve özgürlüğe kanat
2:45
çırpmaya çalışan şiirler vardı. O sadece mahkumların değil, aynı zamanda kendi
2:50
hayallerinin de gardiyanıydı. Bu soğuk koridorlar onun şair ruhunun mezarlığıydı. Ama her şey böyle
2:57
başlamamıştı. Bu gri duvarların ve paslı demirlerin olmadığı, gökyüzünün mas
3:02
mavi, toprağın bereketli olduğu günler vardı. Her şey bir zamanlar o küçük
3:08
köyde hayallerinin peşinden koşan o masum çocuğun adımlarıyla başlamıştı.
3:13
[Müzik]
3:18
1980'li yılların başlarıydı. Türkiye'nin üzerinden bir silindir gibi geçen zaman,
3:24
kimileri için yepyeni fırsat kapıları aralarken, kimileri için sonun başlangıcını hazırlıyordu. Fakat Hasan
3:32
Ali için hayat henüz filizlenmeye başlayan bir tohum gibiydi. Her şey daha
3:37
yeni başlıyordu. İzmir'in küçük bir köyünde toprağa ve hayvancılığa adanmış
3:42
bir hayat süren yoksul bir çiftçi ailesinin tek evladıydı. Garibanlık
3:47
doğduğu evin duvarlarına sinmiş, çocukluğunun her anına işlemişti. Okula gitmek için her sabah güneşin ilk
3:55
ışıklarıyla birlikte yola düşer, kilometrelerce uzanan patika yolları arşınlardı. Çamurlu yollar, yıpranmış
4:02
ayakkabıları ve omuzundaki bez çantası onun için bir engel değil. Hayallerine
4:08
giden yolun bir parçasıydı. Tek bir hayali vardı. Büyük bir şair olmak. Bu
4:14
hayal onun küçük kalbinde yanan ve hiç sönmeyen bir ateşti.
4:20
Elinde ne bulursa bir gazete parçası, bir kitap sayfası, bir takvim yaprağı
4:26
demeden okurdu. Kelimeler onun en yakın dostları, en sadık sırdaşlarıydı.
4:32
Lise hayatı devletin verdiği burslar sayesinde devam edebilmişti. Omuzlarındaki yük ağırdı ama hayalleri
4:39
daha da ağırdı. Okulun en sessiz, en kendi halinde öğrencisiydi. Gözlerinde
4:45
her zaman uzaklara dalan hüzünlü bir ifade vardı. Duygusal bir yapısı vardı.
4:50
Kolay incinir, kolay sevinirdi. Kendi küçük dünyasında yaşardı. Kütüphaneden
4:56
ödünç aldığı kitaplar onun en değerli hazineleriydi. Ailesine ait birkaç ineği
5:02
otlatmak için gittiği meralar onun okuma salonuydu. Bir ağacın gölgesine sığınır.
5:08
Bir yandan inekleri gözler. Bir yandan da sayfaların arasında kaybolurdu.
5:14
Annesinin her sabah özenle hazırladığı azık bohçası hiç değişmezdi.
5:20
İçinde mutlaka beş dilim ev yapımı mis kokulu köy ekmeği olurdu. Annesi sürünün
5:27
başında bekleyen onlara sadakatle yoldaşlık eden çoban köpeği için
5:32
fazladan iki dilim daha eklerdi bohçasına. Bu da Karabaş'ın hakkı oğlum. O da
5:38
yoruluyor bütün gün." derdi. Fakat Hasan Ali'nin yufka yüreği köpeğinin
5:44
yorgunluğuna dayanamazdı. Kendi hakkı olan beş dilim ekmeğin ikisini hiç
5:49
düşünmeden Karabaş'la paylaşırdı. O benden daha çok yoruluyor anne. Bütün
5:55
sürüyü o kolluyor diye düşünürdü içinden. Bu küçük fedakarlık onun
6:01
karakterinin en saf özetiydi. Merhameti, vefası ve sevgisi kelimelere dökülmeden
6:08
önce kalbinde yaşıyordu. Lise yılları yemyeşil meralarda ineklerin çıngırak
6:13
sesleri eşliğinde kitapların büyülü dünyasında geçti. Zaman su gibi akıp
6:19
gitmişti. Üniversite sınavı sonuçları açıklandığında köyden sadece üç genç bu
6:25
büyük başarıyı elde edebilmişti. Onlardan biri de köyün sessiz şairi
6:30
Hasan Ali'ydi. Üniversite kapıları ona yepyeni bir dünyanın kapılarını aralamıştı. Ancak bu yeni dünya yeni
6:37
zorlukları da beraberinde getiriyordu. İstanbul'un kalabalığı köyün dinginliğine alışmış ruhunu yoruyordu.
6:45
Burslar hayatını idame ettirmesi için yeterli değildi. Bu yüzden derslerinden
6:50
arta kalan her anını çalışarak geçirmek zorundaydı. Gururlu bir gençti. Ailesine
6:56
daha fazla yük olmak istemiyordu. Seyyar bir tezgahın üzerinde kitap satarak
7:01
başladı iş hayatına. Kitaplar onun en iyi bildiği, en sevdiği şeylerdi. Onları
7:08
satarken aslında kendi hayallerinden bir parça sunuyordu insanlara. Sonra işler
7:14
değişti. Tezgahına tabak, çanak, bardak gibi zücciye ürünleri de eklendi.
7:21
Satabileceği 3 be kuruş kazanabileceği ne varsa satıyordu. Omuzları taşıdığı
7:26
yükten değil, hayatın sorumluluklarından yoruluyordu. Annesi ve babası ineklerden
7:32
sğdıkları sütün parasından artırabildikleri kadarını ona gönderiyorlardı. Ancak İstanbul gibi bir
7:39
metropolde bu para devede kulak kalıyordu. Hasan Ali çalışmaya mecburdu.
7:45
Bu zorunluluk zamanla onun karakterini daha da güçlendirdi. Seyyar tezgahtaki satışlardan
7:51
beklediğinden daha iyi para kazanmaya başlayınca artık ailesinden para almak
7:56
bir yana onlara destek olmaya bile başlamıştı. Köydeki anasına babasına her
8:02
ay düzenli olarak para gönderiyordu. Bu onun için en büyük gurur kaynağıydı.
8:09
Bu işlerin geçici olduğunun farkındaydı. İçindeki şair olma ateşi hiç sönmemişti.
8:15
Fakat şairliğin karın doyurmadığı gerçeği acı bir tokat gibi yüzüne çarpıyordu. Her genç gibi onun da
8:22
geleceğini güvence altına alması gerekiyordu. Sigortalı, düzenli bir işe
8:28
ihtiyacı vardı. Ancak henüz üniversite öğrencisi olması ve askerliğini yapmamış
8:33
olması kalıcı bir iş bulmasının önündeki en büyük engellerdi. Kimse ona bu
8:39
şartlarda güvenip de bir iş vermek istemiyordu. İstanbul fırsatlar şehriydi
8:45
şüphesiz. Özellikle köyden gelmiş çalışkan, azimli bir genç için hiçbir
8:51
şey imkansız değildi. Fakat Hasan Ali'nin omuzlarında sadece kendi geleceğinin değil ailesinin de
8:58
sorumluluğu vardı. Onların yıllardır çektiği çile artık son bulmalıydı.
9:04
Onlara rahat bir yaşlılık sunmak en büyük borcuydu. Bu düşüncelerle içindeki
9:10
yazma tutkusuna daha sıkı sarıldı. dönemin önde gelen edebiyat dergilerine
9:16
geceler boyu uykusuz kalarak yazdığı şiirlerini ve yazılarını göndermeye başladı. Başlangıçta bu emeklerinin
9:24
karşılığında herhangi bir ücret alamıyordu. Ancak onun samimi ve güçlü
9:29
kalemi kısa sürede fark edildi. Kelimelerindeki duygu okuyucunun kalbine
9:34
işliyordu. Yeteneği dergi editörlerinin gözünden kaçmadı. çok geçmeden
9:40
yayınlanan şiirleri ve makaleleri için küçük de olsa telif ücretleri almaya
9:45
başladı. Bu onun için paradan çok daha fazlası demekti. Bu hayallerinin bir
9:51
karşılığı olduğunun ilk işaretiydi. Bu başarı ona yetmedi. Zekasını ve
9:57
kelimelerle olan eşsiz bağını kullanarak gazete ve dergiler için bulmacalar hazırlamaya başladı. O dönemde teknoloji
10:04
bu kadar gelişmemişti. Her şey el emeği göz nuruyla yapılıyordu. Hazırladığı
10:10
bulmaca taslakları dizgici adı verilen zanaatkarlara teslim edilir. Onlar da
10:16
kurşun harflerle dizgi makinelerinde sayfaları oluştururlardı. Bu meşakkatli süreç Hasan Ali'nin
10:22
yaratıcılığını daha da kamçılıyordu. Hasan Ali'nin hazırladığı zekice bulmacalar, ince esprilerle dolu
10:29
karikatür denemeleri ve derinlikli yazıları edebiyat ve basın camiasında yavaş yavaş konuşulmaya başlandı. Adı
10:37
Fısıltı Gazetesi ile kulaktan kulağa yayılıyordu. Bir gün hayatının akışını
10:42
değiştirecek o telefon çaldı. Arayan o dönemin en büyük ve en saygıdeğer köşe
10:49
yazarlarından biriydi. Hasan Ali'nin yazılarını takip ettiğini ve kalemini çok beğendiğini söyledi. Ardından o
10:56
büyülü soruyu sordu. Kendi gazetesinde onun için bir köşe ayırmak istediğini,
11:02
düzenli olarak yazıp yazamayacağını sordu. Hasan Ali'nin kalbi yerinden
11:07
fırlayacak gibiydi. Bir an bile tereddüt etmeden teklifi kabul etti. Yıllardır
11:13
kurduğu hayal bir anda gerçek oluvermişti. Artık sadece bir şair değil
11:19
aynı zamanda bir gazetede kendi köşesi olan bir yazardı ve elbette düzenli bir
11:24
maaşı sigortası olacaktı. İlk maaşını aldığı gün dünyalar onun olmuştu. O
11:31
parayla ilk işi üniversitede aynı evi paylaştığı, kendisi gibi zorluklar
11:36
içinde okumaya çalışan arkadaşlarına unutamayacakları bir ziyafet çekmek oldu. Masayı donatmış, en güzel
11:43
yemekleri kendi elleriyle hazırlamıştı. O günden sonra evin giderlerinin büyük
11:48
bir kısmını tek başına üstlendi. Ailesine de artık gururla hatırı sayılır
11:53
bir miktar para gönderiyordu. Köydeki evlerinin çatısı onarılacak. Annesinin
11:59
eskiyen mutfak eşyaları yenilenecekti. Hasan Ali mutluluğun ve başarının
12:05
zirvesindeydi. Gökyüzü mas mavi, umutları yemyeşildi.
12:10
İstanbul'un tüm griliği onun içindeki renklerin yanında sönük kalıyordu.
12:15
Köyden çıkan o utangaç, sessiz çocuk, artık hayallerine dokunabilen, kendi
12:20
ayakları üzerinde durabilen bir genç adam olmuştu. Ancak bilmediği bir şey
12:26
vardı. Hayaller ve gerçekler arasındaki çizgi bazen bir bıçak sırtı kadar
12:31
keskindi ve o çizginin üzerinde yürümek her zaman kolay olmayacaktı. Özellikle
12:38
de kökleriniz sizi her zaman toprağa çeken o küçük köyde ise
12:44
İstanbul'un gri karmaşası Hasan Ali için artık bir not defterinin beyaz sayfaları
12:50
kadar berraktı. Her köşe başında bir ilham, her insan yüzünde bir hikaye buluyordu. Gazetedeki köşesi onun şehre
12:58
ve hayata tutunma dalı olmuştu. Yazdıkça özgürleşiyor, kelimelerle nefes alıyordu. Şiirleri ruhunun en
13:05
derinlerinden söküp çıkardığı inciler gibiydi ve edebiyat dergilerinin sayfalarında parlıyordu. Hayat nihayet
13:13
ona gülümsemişti. O da hayata en içten gülümsemesiyle karşılık veriyordu.
13:18
Arkadaşlarıyla paylaştığı o küçük ev artık bir sığınak değil, kahkahaların ve
13:24
umutların yeşerdiği bir yuvaydı. Ailesine gönderdiği paranın onların hayatını nasıl kolaylaştırdığını
13:31
annesinin sesindeki mutluluktan anlıyordu. Her şey yolunda gibiydi. Mükemmel bir fırtına öncesi sessizliği
13:38
gibi. Her şey kusursuz bir dinginlik içindeydi. Ancak bilmediği bir şey
13:44
vardı. Köklerinin uzandığı o küçük köyde adının fısıltıyla değil bir dedikodu
13:51
fırtınasıyla anılmaya başlandığıydı ve o fırtına çok yakında onun İstanbul'daki
13:57
sakin limanına ulaşacaktı. Her şey o dönemde memurluğun adeta bir kurtuluş
14:02
reçetesi olarak görülmesiyle başladı. Köy yerinde toprağın ve hayvanın dilinden anlayan insanlar için devlet
14:08
kapısında çalışmak ulaşılabilecek en yüksek mertebeydi. Memur olmak demek hayat garantisi, düzenli maaş, toplumda
14:15
saygınlık ve en önemlisi gelecek kaygısının sona ermesi demekti. Üniversite okuyan bir gencin diplomasını
14:22
aldıktan sonra memur olmaması düşünülemez bir durumdu. Bu adeta aileye
14:27
ve topluma karşı işlenmiş bir ayıp, bir nankörlük gibi algılanırdı. İnsanların bu bakış açısına kızmamak gerekirdi.
14:35
Onlar için dünya bildikleri, gördükleri kadardı. Köyün dışına sadece askerlik ya
14:41
da resmi bir iş için çıkmış bir baba için oğlunun devlet dairesinde bir masanın başında oturması krallıkla eş
14:48
değerdi. Evladı devlet memuru olan anne babanın göğsü kabarır, köyde başları dik
14:53
yürürlerdi. Sanki dünyanın bütün hazineleri onların olmuş gibi sevinirlerdi. Fakat Hasan Ali'nin
14:59
hayalleri bu dar kalıplara sığmıyordu. O bir masanın değil bir cümlenin başında
15:04
olmak istiyordu. O artık bir yazardı, bir şairdi. İstanbul gibi bir yerde
15:10
ülkenin en büyük gazetelerinden birinde kendi köşesi vardı. Şiirleri dönemin en
15:16
saygın edebiyat dergilerinde yayımlanıyordu. Bu bir genç için hayallerin bile
15:22
ötesinde bir başarıydı. Ama bu başarı köyün ölçülerine uymuyordu. Akrabaların
15:28
ve köylülerin baskısı sinsice bir yılan gibi önce ailesinin kulağına sonra da
15:34
yüreğine sızmaya başladı. Köyde hiç kimse Hasan Ali'nin gazetedeki başarısını, yazılarını, şiirlerini
15:41
konuşmuyordu. Onlar için bütün bunlar boş işlerdi. Köy kahvesinde, çeşme
15:47
başında, tarla kenarında tek bir konu vardı. Mektep bitince memur olmayıp
15:52
gazete mi dağıtacakmış? diyorlardı Hasan Ali için yazarlığın, şairliğin,
15:58
gazeteciliğin ne demek olduğunu bilmiyorlardı. Bilmek de istemiyorlardı.
16:03
Onların tek bildiği garanti işti. Devlet kapısıydı. Hasan Ali'ye kimse
16:08
fikrini sormamıştı ama herkes onun hayatı hakkında fikir yürütme hakkını kendinde buluyordu. Köyde üzerine vazife
16:16
olmayan herkes Hasan Ali'nin ailesine acımasız bir mahalle baskısı uygulamaya başladı. Kadınlar çeşme başında
16:24
annesinin yolunu kesip zehirli dillerini kullanmaktan çekinmiyorlardı.
16:29
Bu gidişle hiçbir kız anası senin oğlana kız vermez. O kadar sene Koca şehirde
16:34
mektep okudu da memur olamadı. Kağıt kalemle mi oynamaya durdu senin oğlan?
16:40
Beceriksiz mi yoksa kafadan kırık mı? Vallahi evde kaldı senin oğlan. Benden söylemesi diyorlardı.
16:48
Zavallı kadın her gün eve gözyaşları içinde dönüyor derdini kimseye anlatamıyordu.
16:54
Köyün erkekleri de kahvede babasının etrafını sarıyordu. Onların dili daha da keskindi. Yahut senin oğlan iyice
17:01
zıvanadan çıkmış. Gazetede adı yazıyor. Gördük. Anarşık anarşık laflar etmeye başlamış. Toprak diyor, sevda diyor,
17:08
ekmek diyor, tuz diyor. Bunlar tekin laflar değil. Başına büyük iş alırsın.
17:13
Bizden söylemesi. Hem düşünsene memur olsa ne iyi olurdu. Herkesin işi
17:19
görülürdü. Devlette bir tanıdığımız oldu muydu? Değil senin. Bu köyde kimsenin
17:24
sırtı yere gelmezdi." diyorlardı. Bu sözler basit bir dedikodu değil. Aynı
17:29
zamanda bir tehdit, bir beklenti ve bir kıskançlık manifestosuydu. Hasan Ali'nin
17:35
annesi ve babası bu amansız baskıya daha fazla dayanamadı. Onlar oğullarının
17:41
başarısıyla gurur duymak isterken her gün utanç ve korkuyla yoğruluyorlardı.
17:47
Oğullarının dünyasını anlamıyorlardı. Onların bildiği tek gerçek içinde
17:52
yaşadıkları köyün acımasız yargılarıydı. Sonunda bu baskı çemberi onları bir
17:58
karar vermeye zorladı. Köyün imamına gittiler. Oğullarına onların hislerini
18:04
ve köyün dilini anlatacak bir mektup yazdırmaktan başka çareleri kalmamıştı. İmamın titrek eliyle isli bir lambanın
18:11
ışığında yazdığı mektup İstanbul'a doğru yola çıktığında sadece bir kağıt parçası
18:16
değil aynı zamanda bir ailenin çaresizliğini ve bir gencin hayallerine
18:21
indirilecek darbenin habercisiydi. Mektupta şöyle yazıyordu: "Canım oğlum,
18:27
gözümün nuru Hasan Alim, anan da ben de iyiyiz şükür. Sen nasılsın? İyi misin?
18:33
Oğlum burada senin için hiç iyi şeyler konuşulmuyor. Senin için anarşik olmuş diyorlar. Ne işler yapıyorsun sen orada?
18:41
Bize gönderdiğin para haram mıdır yoksa? Bak oğlum, bu laflar yüzünden kimseler
18:46
de sana kız vermeyecekmiş. Bütün köy seni konuşuyor. Ananın gözüne uyku
18:52
girmiyor. Benim dilim lal oldu millete cevap vermekten. Ne olur oğlum gel gir
18:57
şu devletin bir kapısına da tıka şu milletin dilini. Bizi de bu dertten kurtar. Ananla baban.
19:05
Hasan Ali mektubu postaneden alıp evine geldiğinde içinde ailesine duyduğu
19:11
özlemin sıcaklığı vardı. Zarfı heyecanla yırttı. Satırları okumaya başladığında
19:17
yüzündeki gülümseme yavaş yavaş dondu. Her kelime kalbine saplanan bir cam
19:23
kırığı gibiydi. Mektup bittiğinde elinde buruşmuş bir kağıt parçası ve ruhunda
19:30
derin bir yara kalmıştı. çok üzüldü ama ailesinin bu duruma düşmesine, bu kadar
19:36
çaresiz kalmasına daha çok üzülmüştü. Onlara ne anlatırsa anlatsın, ne kadar
19:42
açıklamaya çalışırsa çalışsın, ailesinin köydekilerin ağzına bakacağını biliyordu. Onlar o acımasız çarkın
19:50
içinde sıkışıp kalmışlardı. Hasan Ali'nin ailesine kızamazdınız. O
19:56
dönemin köy şartlarını, eğitimsizliğin getirdiği çaresizliği ve en önemlisi
20:01
vicdan yoksunu, kıskanç ve kendi menfaatinden başka bir şey düşünmeyen köylülerin zehirli baskılarını hayal
20:08
etmek gerekirdi. Onlar sadece çocuklarını korumaya çalışan ama bunu
20:14
nasıl yapacaklarını bilemeyen iki masum insandı. Hasan Ali o gece sabaha kadar
20:20
uyuyamadı. İstanbul'un ışıkları ilk defa ona bu kadar anlamsız ve soğuk göründü.
20:26
Bir yanda bin bir emekle inşa ettiği hayalleri, kalemi, köşesi, şiirleri vardı. Diğer yandaysa onu dünyaya
20:34
getiren, onun için her türlü fedakarlığı yapan, şimdi ise toplumun baskısı
20:40
altında ezilen annesi ve babası. Bir tercih yapmak zorundaydı. Kendi
20:46
mutluluğu mu yoksa ailesinin huzuru mu? onun gibi yufka yürekli, ailesine düşkün
20:53
bir genç için bu sorunun cevabı aslında belliydi. İşte bu sebeplerden ve bizim
20:58
hiçbir zaman tam olarak öğrenemeyeceğimiz kalbinin derinliklerindeki bazı sebeplerden
21:04
dolayı Hasan Ali üniversiteden mezun olur olmaz hayallerine sırtını döndü.
21:09
Gazetedeki köşesini bıraktı. Edebiyat dergilerine şiir göndermeyi kesti ve devlet memurluğu sınavlarına girmek için
21:15
başvuruda bulundu. Şair kalemini kırmış, kelimelerini kendi içine gömmüştü.
21:20
Sınavlar tamamdı. Bilgisi ve zekasıyla birçoğunu kolayca geçti. Ama o dönemde
21:26
iyi bir memurluk için sadece sınavı geçmek yetmiyordu. Güçlü bir tanıdık, sağlam bir torpil olmadan yüksek yerlere
21:34
gelmek imkansızdı. Herkesin yeri daha sınavlar yapılmadan önce belliydi. Hasan
21:39
Ali'ninse ne köyde ne de şehirde arkasında duracak kimsesi yoktu. Her
21:45
yere başvurdu. Kimsenin gitmek istemediği en ücra köşelerdeki kadrolara
21:50
bile talip oldu. Sonunda kimsenin pek de rağbet etmediği bir kurumun sınavını geçti. Adalet Bakanlığı'na bağlı Ceza ve
21:58
Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünün açtığı sınavı kazanmıştı. Şair Hasan Ali o günden sonra artık
22:06
gardiyan Hasan Ali olmuştu. Haberi köye ulaştığında ailesi bir anlık bir sevinç
22:12
yaşadı. Oğulları artık devlet memuruydu. Köyde başları dik gezeceklerdi.
22:18
Herkesin ağzı kapanacaktı ama yanılıyorlardı. O zehirli diller susmak için değil yeni
22:25
zehirler akıtmak için bahane arıyorlardı. Köy kahvesinde yeni dedikodu çoktan başlamıştı bile. Ola ola
22:33
gardiyan mı olmuş sizin oğlan? Vah vah. Dışarıda mektep okuyanlar hükümet konağında sıcak odada memur oluyormuş.
22:41
Sizinki o anarşik lafları ettiği için mi zindanı layık görmüşler? Yazık etti sizin oğlan kendine. O kadar okumak boşa
22:48
gitti. Hasan Ali'nin ailesinin sevinci yine kursaklarında kalmıştı. Fırtına
22:54
dinmemiş. sadece yön değiştirmişti. Ve Hasan Ali daha atandığı ilk günden
23:00
aslında hiçbir şeyi çözemediğini, sadece kendi hayallerini değil, ailesinin
23:05
huzurunu da feda ettiğini acı bir şekilde anlamaya başlamıştı. Demir parmaklıklar ardındaki ilk
23:12
nöbetinde ne mahkumları ne de duvarları görüyordu. O parmaklıkların ardında can
23:18
çekişen kendi ruhunu seyrediyordu. Yıllar bir mahkumun parmaklıklar ardında
23:24
sabırla çizdiği çentikler gibi Hasan Ali'nin ruhuna da derin izler bırakarak geçti. Gençliğinin o taze umut dolu
23:32
baharı hapishanenin solgun duvarları arasında bir kışa dönmüştü. Artık yüzünde o eski, hayalperest ifade eden
23:40
eser yoktu. Gözlerindeki o hassas, şairane parıltı sönmüş, yerine
23:45
mesleğinin getirdiği donuk, ifadesiz bir boşluk yerleşmişti. Her gün aynı koridorlarda yürüyor, aynı demir
23:52
kapıların sesini duyuyor, aynı umutsuz yüzlere bakıyordu. O bu demir ve beton
23:58
yığının bir parçası olmuştu. Diğer gardiyanlar onu tuhaf bulurdu. Sessizdi.
24:04
Kimseyle gereksiz konuşmaz. Mesais biter bitmez lojmanındaki küçük odasına
24:09
çekilirdi. Onlar için Hasan Ali işini yapan ne eksik ne fazla ruhsuz bir
24:15
memurdu. Ama bilmedikleri bir şey vardı. O küçük odanın kapısı kapandığında
24:21
gardiyan Hasan Ali ölür. Şair Hasan Ali yeniden doğardı. O küçük yıpranmış
24:27
defter onun tek sırdaşı, tek isyanıydı. Geceleri herkes uykuya daldığında küçük
24:34
bir masanın başında titrek bir ampul ışığında içindeki zindana hapsettiği kelimeleri bir bir özgür bırakırdı. Ama
24:42
artık ne aşktan ne de bahardan bahsediyordu şiirleri. Mısralarına pasın
24:48
kokusu, parmaklıkların gölgesi, rutubetin soğukluğu sinmişti. Kaybolan
24:53
hayalleri, feda edilen bir ömrü ve duvarların ardındaki sessiz çığlıkları yazıyordu. O artık sadece mahkumların
25:01
değil, bu hüzünlü şiirlerin de gardiyanıydı. Onları herkesten, her şeyden saklıyor,
25:08
gün ışığına çıkmalarına asla izin vermiyordu. Kendi hayalleri mahkumen,
25:14
başında gardiyan olarak bekleyen masum bir insandı. Sadece yıllar yılları böyle
25:20
kovaladı. Hasan Ali demir parmaklıklar ardında kendi hayallerinin gardiyanlığını yaparken hayat dışarıda
25:28
akıp gidiyordu. Bir gün görev başındayken müdür odasına çağırdı.
25:33
Elinde bir telgraf vardı. Köyün muhtarından geliyordu. Kısa ve netti.
25:40
Baban ağır hasta. Hemen gel yazıyordu. Hasan Ali'nin elindeki anahtarlar yere
25:46
düştü. O an yıllardır hissetmediği bir korku. buz gibi bir el gibi kalbini
25:52
sıktı. Yıllık izin alarak apar topar yola çıktı. Uzun ve yorucu bir otobüs
25:59
yolculuğunun ardından İzmir'e, oradan da köyüne giden minibüse bindi. Camdan
26:05
dışarıyı seyrederken çocukluğunun geçtiği tarlalar, ineklerini otlattığı
26:10
meralar bir bir gözünün önünden geçti. Ama artık o manzaralar ona huzur değil
26:17
acı veriyordu. Her köşe ona neyi kaybettiğini hatırlatan bir anıt
26:22
gibiydi. Köyüne vardığında babasını yatağa düşmüş bir deri bir kemik kalmış
26:28
halde buldu. O güçlü tarlada saatlerce yorulmadan çalışan adam gitmiş yerine
26:35
nefes alırken bile zorlanan bitkin bir ihtiyar gelmişti.
26:41
Babası Hasan Ali'yi görünce solgun yüzüne bir tebessüm yayıldı. Zayıf
26:46
eliyle oğlunun elini tuttu. "Hoş geldin oğlum." dedi fısıltıyla. Hasan Ali
26:52
babasının o haline dayanamadı. Gözyaşlarını tutamadı. Babasının elini
26:57
öptü, bağrına bastı. Günlerce baş ucundan ayrılmadı. Annesiyle birlikte
27:03
babasına baktılar. Ama babasının durumu her geçen gün daha da kötüleşiyordu.
27:09
Bir akşam babası onu yanına çağırdı. Gözlerini zorlukla araladı ve konuşmaya
27:15
başladı. Oğlum dünya gözüyle seni okutup memur olduğunu gördüm ya o bana yeter.
27:21
Sen köydekilerin lafına bakma. Onlar cahil. Sen okumuş adamsın. Onların
27:27
ağzına bakıp da iş yapma. Dedi. Bu sözler Hasan Ali'nin yüreğine bir hançer
27:32
gibi saplandı. Babası onun bu hale gelmesinin asıl sebebinin köylüler olduğunu biliyor, belki de bir vicdan
27:39
azabı çekiyordu. Ama işten geçmişti. Sonra derin bir nefes aldı ve o son
27:45
vasiyetini söyledi. Ama sana bir öğüdüm var. Bir insanın bineği ile düneyi
27:50
illaki olacak. Onları al olur mu? Ayağın yerden kesilsin. Muhtaç olma eloğluna.
27:57
Başına güneş geçmesin. Dur bir çatının altında. Hasan Ali'nin babasının bineği dediği
28:03
bir arabaydı. Düneyi dediği ise başını sokacak bir ev. Babası oğlunun
28:09
geleceğini, kendi gidemeyeceği o yolda rahat etmesini istiyordu. Hasan Ali
28:14
sadece başını sallayabildi. Konuşacak gücü yoktu. O geceden iki gün sonra Hasan Ali'nin
28:21
izni daha bitmeden babası sessizce hayata gözlerini yumdu. Köy mezarlığına
28:28
bir sevdiğini daha emanet etmişti. önce hayallerini şimdi de babasını toprağa
28:33
vermişti. Acısı çok büyüktü. Cenazeden sonra annesini bu köyde bu anılarla ve
28:40
en önemlisi bu kötü insanlarla bir başına bırakmak istemedi. Anne gel benimle gidelim. Burada tek
28:48
başına ne yaparsın? Ben sana bakarım. Birlikte yaşarız." dedi. Ama annesi
28:54
yıllarını verdiği bu topraklardan kocasının mezarından ayrılmak istemiyordu.
29:00
Ben burada kalırım oğlum. Sen beni düşünme. Köyümden başka yer bilmem ben.
29:05
Edemem oralarda. Dedi. Hasan Ali ne kadar ısrar etse de annesini ikna edemedi. İçi bir türlü rahat etmiyordu.
29:13
Görev yaptığı yere tayinini istedi. Belki İzmir'e daha yakın bir yere atanırım. Anneme daha kolay gider
29:20
gelirim. Diye düşündü. Ama tayin talebi bir türlü onaylanmadı.
29:26
O demir parmaklıklara mahkumdu. Annesi ise köyün görünmez parmaklıklarına.
29:31
İzni bittiğinde arkasında yıkık bir kalp ve gözü yaşlı bir ana bırakarak yeniden
29:38
o soğuk duvarların arasına dönmek zorunda kaldı. Minibüs köyden uzaklaşırken dikiz
29:44
aynasından evlerinin önünde duran annesinin silueti küçüldükçe küçüldü ve
29:49
sonunda gözden kayboldu. Hasan Ali hayatında ilk defa bu kadar çaresiz, bu
29:55
kadar yalnız hissediyordu. Babasının son sözleri kulaklarında çınlıyordu. Binek
30:02
ve dünek. Oysa ne gidecek bir yolu ne de sığınacak bir çatısı kalmış gibi
30:08
hissediyordu. Ruhu çoktan evsiz kalmıştı. Bu sırada köyün zehirli
30:13
dilleri yine boş durmuyordu. Hasan Ali daha köyden ayrılır ayrılmaz
30:18
kahvede dedikodular başlamıştı bile. Köylüler onun bu çaresizliğini, bu
30:24
acısını anlamak yerine yine kendi karanlık yorumlarını yapmaktan geri kalmadılar.
30:30
Bu Hasan Ali nasıl evlat yahu? anasını bir başına burada bırakıyor da
30:35
kendi yaban ellerde gününü gün ediyor diyorlardı. Hatta daha da ileri gidip şu
30:42
an burada tekrar etmeye dilimizin varmayacağı bir evladın onuruna dokunacak iftiralar atıyorlardı. Bu
30:49
dedikodular rüzgarla savrulan küller gibi eninde sonunda bir yere konacaktı
30:54
ve kondukları yeri yakıp kavuracaklardı. Hasan Ali'nin dünyası gri duvarlar ve
31:01
demir parmaklıklardan ibaret değildi. Artık zihninin içi köyünden gelen zehirli fısıltıların yankılandığı daha
31:09
karanlık bir zindana dönüşmüştü. Gündüzleri görevini bir otomat gibi yerine getiriyor. Geceleri ise annesinin
31:16
yalnızlığını düşünerek kahroluyordu. Her telefon çalışında yüreği ağzına geliyor, kötü bir haber almaktan korkuyordu. Oğlu
31:23
yaban ellerde gününü gün ederken anasını bir başına bırakan hayırsız evlat damgası alnına yapışmış görünmez bir
31:30
leke gibiydi. Bu lekeyi ne yapsa temizleyemeyeceğini, köylünün vicdanının
31:36
asla onu aklamayacağını biliyordu. Ama annesinin her gün bu iftiralarla yüzleşmek zorunda kalması, bu acımasız
31:43
yaftalamanın gölgesinde yaşaması fikri onu içten içe yiyip bitiriyordu. Bu ruh
31:49
haliyle geçen birkaç haftanın ardından o korktuğu telefon sonunda çaldı. Arayan
31:55
ne annesiydi ne de bir akrabası. Hattın diğer ucundaki ses köyün muhtarına
32:01
aitti. Yanında imam da vardı. Muhtarın sesi hem mahcup hem de endişeliydi.
32:08
Hasan Ali, "Oğlum nasılsın?" diye söze başladı. Hasan Ali'nin kalbi hızla çarpmaya başladı. "İyiyim muhtarım. Siz
32:16
nasılsınız? Annem iyi mi? Bir şey mi oldu?" diye sordu telaşla. Muhtar derin
32:21
bir iç çekti. "Anan iyi, fiziken iyi şükür. Ama nasıl desek?" dedi.
32:27
Duraksadı. Telefonu imam aldı. "Hasan Ali evladım, biz seni biliriz. Senin
32:33
nasıl hayırlı bir evlat olduğunu, ailene nasıl baktığını biliriz. Ama bu köylünün
32:39
ağzı durmuyor. Torba değil ki büzesin. Ananın hakkında, senin hakkında ileri
32:44
geri konuşup duruyorlar. Kadıncağız her gün ağlatıyorlar. Biz de rahatsız olduk bu durumdan. Bir çare düşün evladım. Ya
32:52
tayin iste bir daha zorla ya da bir yolunu bul. Ananı yanına al götür.
32:57
Ananın gözünden yaş eksik olmuyor. Yüreğimiz dayanmıyor artık.
33:03
Telefon kapandığında Hasan Ali elinde ahizeyle öylece kala. Duydukları bir
33:09
tokat gibi yüzünde patlamıştı. Annesinin her gün ağladığını bilmek onun
33:14
üzüntüsüne sebep olmanın ağırlığı omuzlarına çöken en ağır yüktü. Tayin
33:20
istese olmayacaktı. bunu biliyordu. Annesi ise o köyden kocasının mezarından
33:25
ayrılıp İstanbul'a ya da onun görev yaptığı bu yabancı şehre asla gelmezdi.
33:31
O an zihninde şimşekler çaktı. Duvarlar üzerine üzerine geliyordu. Koridorlar
33:37
daralıyor. Demir kapılar boğazını sıkıyordu. Bir yanda devletin ona verdiği, ailesinin uğruna hayallerini
33:44
feda ettiği memurluk vardı. Diğer yanda, uğruna her şeyi yapabileceği, gözünden
33:50
akan tek bir damla yaşa dünyaları yakacağı annesi. Geriye tek bir çare
33:55
kalmıştı. Başka yol yoktu. Hasan Ali o gün hayatının en zor kararını verdi.
34:02
Müdürün odasına gitti. Yüzü solgun, gözleri kararlıydı. Masanın üzerine
34:08
istifa dilekçesini koydu. Müdür şaşkınlıkla, "Hayırdır Hasan Ali? Bir sorun mu var?
34:15
Neden istifa ediyorsun?" diye sordu. Hasan Ali, "Sadece özel sebepler
34:20
müdürüm. Köyüme dönmem gerekiyor." diyebildi. Ne kadar ısrar etse de müdür Hasan
34:27
Ali'den başka bir cevap alamadı. Gerekli işlemler hızla tamamlandı. Hasan Ali
34:33
yıllardır taşıdığı o ağır anahtarları, o gri üniformayı son kez masanın üzerine
34:38
bıraktı. lojmandaki birkaç parça eşyasını küçük bir çantaya doldurdu ve hapishanenin o büyük demir kapısından
34:46
son kez dışarı çıktı. Artık ne bir şairdi ne de bir gardiyan. O artık
34:51
sadece annesinin gözyaşını dindirmek için her şeyden vazgeçmiş bir evlattı.
34:57
Köyüne döndüğünde sanki üzerinden büyük bir yük kalkmış gibi hissetti. Annesi
35:02
onu karşısında görünce şaşırdı. Sevindi. "Oğlum hoş geldin. İzin mi aldın yine?"
35:08
diye sordu. Hasan Ali annesinin yorgun ellerini öptü. İzin almadım anne. Artık
35:14
hep buradayım. İstifa ettim. Seni bir daha asla yalnız bırakmayacağım." dedi.
35:20
Annesi bir an ne diyeceğini bilemedi. Oğlunun kendisi için işini bıraktığını duyunca hem üzüldü hem de içinde bir
35:26
yerlerde o yalnızlığın bitmiş olmasının verdiği bir huzur buldu. Fakat Hasan Ali'nin bu fedakarlığı da köylüleri
35:33
memnun etmeye yetmedi. Onların zehirli dilleri için yeni bir malzeme çıkmıştı.
35:39
Dedikodu değirmeni eskiden daha hızlı dönmeye başladı. Gördünüz mü? Gül gibi
35:46
memurluğu bırakıp gelmiş. Burada inek çobanı oldu. Diyorlardı ama bununla
35:51
kalmıyorlardı. Kendi karanlık zihinlerinde yeni senaryolar yazıyorlardı. Ya bunun kafası zaten
35:57
çalışmıyor. Beceremedi memurluğu. Ya rüşvet alırken yakalandı. Kovulmadan istifa etti ya da zaten bu anarşiktı.
36:05
Ondan devlet memurluğundan attılar. İstifa misttifa hikaye. Kesin başka bir
36:10
şey var bu işte. Belki de gardiyanım. Diye yıllardır hepimizi kandırdı. Anarşıklıktan hapis yattı da yeni çıktı
36:17
geldi. Muhtar ve köyün imamı bu alçakça dedikoduların önünü bir türlü kesemedi.
36:24
Bu iftiralar rüzgarın taşıdığı kötü bir koku gibi eninde sonunda Hasan Ali ve
36:30
annesinin de burnuna geldi. Annesi oğluna atılan bu çirkin iftiraları, bu
36:36
vicdansız suçlamaları kaldıramadı. oğlunun kendisi için yaptığı fedakarlığın böyle bir alçaklıkla
36:43
karşılık bulması onun yaşlı ve yorgun kalbine indirilen son darbe oldu. Oğlu
36:50
hakkında söylenenleri duyduğu bir gün akşamında aniden fenalaştı.
36:56
Hasan Ali ne olduğunu anlayamadan annesi olduğu yere yığılıp kalmıştı. Doktor
37:03
çağırdılar. Teşhis acıydı. Hasan Ali'nin annesinin
37:09
üzüntüden beynine pıhtı atmıştı. Vücudunun sol tarafı felç olmuş. Konuşma
37:15
yetisini kaybetmişti. O günden sonra Hasan Ali için yepyeni ve
37:20
daha zorlu bir hayat başladı. Artık yatağa bağımlı, konuşamayan, ihtiyaçlarını tek başına gideremeyen
37:27
felçli bir annesi vardı. Bütün gününü ona bakmakla geçiriyordu.
37:32
Annesini bir an olsun yalnız bırakamadığı için babasından kalan birkaç hayvanla da ilgilenemiyordu.
37:38
Hayvanlarla ilgilense annesiyle ilgilenemiyordu. Bu çaresizlik içinde kıvranırken o
37:45
dedikoduları yayan köylülerden tek bir kişi bile kapısını çalıp, "Geçmiş olsun,
37:50
bir ihtiyacınız var mı?" diye sormadı. Onları tamamen kendi kaderlerine terk
37:55
etmişlerdi. Sanki o evde iki cüzzamlı yaşıyordu. Hasan Ali annesinin cansız
38:02
gözlerine bakarken bu hale gelmelerine sebep olan o insanlara karşı içinde
38:07
tarifsiz bir öfke ve nefret biriktiriyordu. Ama yapabileceği hiçbir şey yoktu. Bu zorlu süreç birkaç ay
38:15
sürdü. Hasan Ali hem annesine hem de evdeki işlere tek başına koşturmaktan
38:21
bir tap düşmüştü. Bir sabah annesine çorbasını içirmek için odasına girdiğinde onun cansız
38:28
bedeniyle karşılaştı. Annesi o gece uykusunda sessiz sedasız bu dünyadan
38:34
göçüp gitmişti. Babasından sonra annesinin ölümü Hasan Ali'yi derinden sarstı. Artık bu dünyada yapaalız
38:41
kalmıştı. Onu hayata bağlayan son dalda kopmuştu. Annesinin cenazesine bile
38:47
köyden sadece birkaç yaşlı ve muhtar ile imam katıldı. O gün annesini babasının
38:53
yanına defnettikten sonra Hasan Ali de sanki onlarla birlikte toprağın altına girmiş gibiydi. O günden sonra o eski
39:02
duygusal merhametli Hasan Ali öldü. Annesinin ölümü Hasan Ali'nin ruhunda
39:09
kalan son yeşil filizi de kurutmuştu. O artık ne yaz tutuyor ne de ağlıyordu.
39:16
Göz pınarları kurumuş, kalbi nasır bağlamıştı. Evden dışarı adımını atmaz
39:21
oldu. Babasından kalma o bereketli bahçe yabani otların istilasına uğradı. Evin
39:28
duvarlarındaki sıvalar dökülmeye başladı. Hasan Ali yaşayan bir hayalet
39:33
gibi anılarla dolu o evin içinde dolanıp duruyordu. Köylülerin gözünde ise o
39:39
artık tam bir meczuptu. Hakkında yeni daha korkutucu efsaneler uydurmaya
39:44
başlamışlardı. O günden sonra Hasan Ali köydeki kimseyle tek bir kelime bile konuşmaz oldu. Konuşmaya ihtiyacı yoktu.
39:52
Onu anlayacak kimsesi kalmamıştı. Hayatta kalmak için bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. Kalan birkaç inek
39:59
ve keçiden sağdığı sütlerle peynir yoğurt yapmaya başladı. Haftada bir sırtına vurduğu ürünlerle ilçenin yolunu
40:06
tutuyordu. Sattığı sütten peynirden eline geçen 3 be kuruşla evin temel ihtiyaçlarını karşılıyordu. Ama
40:13
çantasında her zaman temel ihtiyaçlardan daha önemli olan üç şeyle dönerdi.
40:18
Kağıt, kalem ve okuyacak birkaç kitap. Geceleri köy derin bir sessizliğe büründüğünde o küçük gaz lambasının
40:25
titrek ışığında kimsenin bilmediği, kimsenin görmediği o zindandaki
40:31
kelimelerini yeniden özgür bırakıyordu. Yazmak onun nefes alma biçimiydi.
40:39
Yine böyle bir ilçe dönüşü bindiği minibüste olanlar oldu. Minibüs köyden birkaç kadın ve erkekle doluydu. Hasan
40:46
Ali en arka koltuğa cam kenarına oturmuş. sessizce yolu izliyordu.
40:52
Diğerleri sanki o orada değilmiş gibi, sanki sağır ve dilsizmiş gibi yüksek
40:58
sesle onun hakkında konuşmaya başladılar. Kadınlardan biri yanındakine, "Gördün mü Meczubu?" Yine
41:05
kağıt kalem almış eline. "Tövbe tövbe. Bu çocuk mektep okurken kafayı yedi
41:10
iyice." dedi. Bir diğeri lafa girdi. "Uğrama olmuş di" diyorlar. Gece vakti
41:17
tekin olmayan yerlerde gezermiş. Anasını da zaten Hasan Ali'nin yüzünden çarpmışlar. Ondan felç olmuş
41:24
kadıncağız." dedi. Yaşlı bir adam önden arkaya doğru seslendi. Hasan Ali de
41:30
meczup oldu işte o günden sonra daha ondan ne köye ne kendine hayır gelmez. kendi gibi anasını babasını da yedi
41:37
bitirdi. Bize de faydası olmaz, zararı olur. Hasan Ali bütün bu konuşmaları,
41:43
her bir kelimeyi duyuyordu ama başını çevirip tek bir cevap bile vermedi.
41:48
Yüzünde ne bir öfke ne bir üzüntü belirtisi vardı. Sadece bomboş ifadesiz
41:54
bir şekilde camdan dışarıyı seyretmeye devam etti. Artık onlara cevap verecek,
42:00
kendini savunacak takati kalmamıştı. ruhunun derinliklerinde bir yerlerde
42:05
belki de şöyle düşünüyordu. Varsınlar beni meczup bellesinler.
42:11
Varsınlar benden korksunlar. Böylece kimse kapımı çalmaz. Kimse benimle
42:16
konuşmaya çalışmaz. Belki de bu onun kendi seçtiği bir
42:21
yalnızlık zırhıydı. Onların hakaretleri artık bu zırha çarpıp geri dönen etkisiz
42:28
çakıl taşları gibiydi. Hasan Ali kendi küçük yıkık dökük dünyasında
42:33
kelimeleriyle baş başa bir sürgün hayatı yaşarken İstanbul'da ondan habersiz bir
42:39
şeyler oluyordu. Onu hiç unutmayan eski dostları, üniversiteden ve gazete
42:44
yıllarından arkadaşları onun sessizliğinden ve ortadan kayboluşundan endişe duyuyorlardı. Yıllardır ondan tek
42:52
bir haber alamamışlardı. Sonunda eski bir editör arkadaşı uzun uğraşlar sonucu
42:57
onun izini buldu. Köyüne o acı dolu hikayesine ulaştı. Hasan Ali'nin
43:03
yaşadıklarını öğrendiğinde büyük bir üzüntü ve vicdan azabı duydu. O pırıl
43:08
pırıl zekanın, o hassas kalemin nasıl harcandığını görmüştü. Hemen diğer ortak
43:14
dostlarını bir araya topladı. Hasan Ali'yi bu dipsiz kuyudan çıkarmalıyız." dedi. Onun gibi bir
43:22
şairin böyle unutulup gitmesine izin veremeyiz. Fikirler havada uçuştu.
43:28
Sonunda en anlamlısında karar kıldılar. Hasan Ali'nin hayattayken kıymetini
43:33
bilmek, ona en büyük hediyeyi vermek istiyorlardı. Yıllar önce edebiyat
43:39
dergilerinde yayımlanmış şiirlerini, gazetedeki yazılarını toplayacaklar.
43:44
onları bir kitapta bir araya getireceklerdi. Hatta bununla da kalmayıp dönemin en
43:50
prestijli edebiyat dergilerinden birinde tamamen ona adanmış özel bir sayı
43:55
hazırlayacaklardı. Bu ona olan vefa borçlarıydı.
44:00
Bu o zehirli dilli köylülere ve onu anlamayan herkese verilmiş en güzel
44:06
cevaptı. Hazırlıklar büyük bir gizlilik ve heyecan içinde başladı. Eski dergiler
44:11
tarandı, yazılar bulundu. Dostları onunla ilgili anılarını kaleme aldı.
44:16
Kitabın kapağı için en güzel fotoğrafı seçildi. Üniversite yıllarından kalma
44:22
gözlerinin içi gülen umut dolu o genç adamın fotoğrafı. Her şey hazırdı. Kitap
44:29
basılmış, özel dergi sayısı matbaadan çıkmıştı. Şimdi geriye tek bir şey
44:34
kalmıştı. Bu muhteşem sürprizi, bu gecikmiş adaleti sahibine gardiyan şair
44:41
Hasan Ali'ye ulaştırmak. Ama bilmiyorlardı. Hasan Ali için çıkacak olan bu kitap ve özel dergi
44:48
sayısı artık hiçbir anlam ifade etmeyecekti belki de. Çünkü o hayalleri
44:53
elinden çalınmış bir adamdı artık. O kendi hayalleri içeride hapisken başında
44:59
gardiyan olarak bekleyen masum bir insandı sadece. Ve bazen en güzel haberler bile gelmesi gereken zamandan
45:06
çok sonra geldiğinde bir teselliden çok daha derin bir yaraya dönüşebilirdi.
45:13
İstanbul'un hiç uyumayan karmaşasında eski bir yayınevinin tozlu raflarla çevrili odasında masanın etrafında üç
45:21
adam oturuyordu. Biri Hasan Ali'nin yazılarını ilk keşfeden o vefalı editör,
45:26
diğer ikisi ise üniversite yıllarını, hayallerini ve ekmeğini paylaştığı en yakın arkadaşlarıydı. Ortada yıllanmış
45:34
dergilerden ve gazete kupürlerinden oluşan küçük bir yığın duruyordu. Bunlar
45:39
Hasan Ali'nin kayıp yıllarının toprağa gömdüğü hayallerinin somut kanıtlarıydı. Uzun ve meşakkatli bir araştırmanın
45:46
sonunda onun izini bulmuşlar. köy muhtarından acı dolu hikayesini dinlemişlerdi. Duydukları her detay
45:53
kalplerine bir kor gibi düşmüştü. O pırıl pırıl gencin, o dolu şairin nasıl
45:59
adım adım bir enkaza dönüştüğünü öğrendikçe odadaki sessizlik daha da ağırlaşmıştı. Arkadaşlarından biri
46:06
yumruğunu masaya vurarak, "Buna izin veremeyiz." dedi. O köy, o cahil
46:11
insanlar onun hayatını çaldı. Biz burada rahat içinde yaşarken o orada bir meczup
46:17
gibi yaşamayı hak etmiyor. Editör gözlüğünün üzerinden onlara baktı. Yüzü
46:22
kederliydi. Haklısınız dedi. Biz de suçluyuz. Onu unuttuk. Kendi dertlerimize düştük.
46:29
Arayıp sormadık. Şimdi bir şeyler yapma zamanı. Fikirler havada uçuştu. Ona para
46:36
göndermek, onu İstanbul'a getirmeye çalışmak. Ama biliyorlardı ki Hasan Ali'nin yarası parayla ya da mekan
46:43
değişikliğiyle iyileşecek gibi değildi. Onun onuru kırılmış, ruhu öldürülmüştü.
46:49
Ona itibarını geri vermeleri gerekiyordu. Onu tüketen o köye ve bütün dünyaya onun kim olduğunu hatırlatmaları
46:57
gerekiyordu. Ve o an o tozlu odada bir vefa projesi doğdu. Hasan Ali'nin
47:03
yayımlanmış ne kadar şiiri, yazısı varsa hepsini toplayacaklardı. bunları özenle
47:09
bir araya getirip bir kitapta basacaklardı. Sadece bu da değil. Edebiyat dünyasında
47:15
büyük ses getirecek dönemin en prestijli dergilerinden birinde tamamen Hasan
47:21
Ali'ye adanmış özel bir sayı hazırlayacaklardı. O sayıda dostları onunla ilgili
47:26
anılarını yazacak, akademisyenler onun şiirlerini tahlil edecek. Onun ne kadar
47:32
büyük bir yetenek olduğu anlatılacaktı. Bu o zehirli dillere, o vicdansız
47:38
kalplere atılmış en onurlu, en edebi tokat olacaktı. Bu fikir hepsini
47:45
heyecanlandırdı. O günden sonra hummalı bir çalışma başladı. Arşivler tarandı, eski sayılar
47:52
bulundu. Yazılar bir bir toplandı. Kitabın kapak tasarımı için üniversite
47:57
yıllığında kalmış Hasan Ali'nin gözlerinin içi gülerken çekilmiş o umut dolu fotoğrafı seçtiler. Her şey onun
48:05
kayıp ruhuna bir saygı duruşu niteliğindeydi. Bütün bunlar olurken yüzlerce kilometre uzakta o küçük Ege
48:13
köyünde Hasan Ali'nin olan bitenden haberi yoktu. Onun dünyası, yıkık evinin
48:18
duvarları, annesinden ve babasından kalan solgun fotoğraflar ve geceleri
48:24
sırdaşı olan boş sayfalardan ibaretti. Zaman kavramını yitirmişti. Güneşin
48:29
doğuşuyla uyanıyor. Birkaç hayvanına bakıyor. Sonra yine evinin sessizliğine gömülüyordu. Köylüler onu gördüklerinde
48:37
yollarını değiştiriyor, çocuklar arkasından meczup meczup diye bağırıyordu. Oysa ne onlara bakıyor ne
48:45
de tek bir kelime ediyordu. Sanki görünmez bir zırhın içine girmişti. Bu
48:50
zırh onu daha fazla yaralanmaktan koruyordu. Geceleri gaz lambasının
48:56
titrek ışığında eski defterine bir şeyler karalıyordu. Ama artık ne umut vardı mısralarında ne
49:03
de sevda. Sadece toprağın kokusu, yalnızlığın rengi ve ölümün sessizliği
49:09
vardı. Yazmak onun için bir amaç değil, nefes almak gibi istemsiz bir eyleme
49:16
dönüşmüştü. İstanbul'daki dostları kitabı ve dergiyi bastıktan sonra onu
49:22
köyde ziyaret etmeyi, bu büyük sürprizi ona kendi elleriyle vermeyi planlıyorlardı. Belki de bu onun için
49:29
yeni bir başlangıç olur diye umut ediyorlardı. Belki de küllerinden yeniden doğardı ama belki de
49:36
yanılıyorlardı. Hasan Ali için çıkacak olan bu kitap ve özel dergi sayısı artık hiçbir anlam
49:43
ifade etmeyecekti. Belki de onun gözünde o alkışlar duyulmaz olduktan, ışıklar
49:48
söndükten çok sonra sahneye davet edilen bir tiyatro oyuncusu gibiydi. Oyun
49:54
bitmiş, seyirci dağılmıştı. Hasan Ali hayallerinden vazgeçip
49:59
köylülerin ağzına bakarak bu hayatı kendi tercih etti. Evet. Belki Hasan
50:05
Ali'yi suçlayabilirsiniz. Hani o meşhur söz vardır. Hırsızın hiç mi suçu yok diye. Elbette onun da payı
50:12
vardı kendi kaderinde. Ama bir de madalyonun öbür yüzü vardı. Onu bu hale
50:18
düşürenlerin, o masum hayalleri çalanların, bir ruhu diri diri mezara gömenlerin hiç mi suçu yoktu? Sevgili
50:25
dostlar, İstanbul'da onun adına hazırlanan o parlak sayfalar, onun
50:30
köydeki karanlık ve yıkık dünyasına asla ulaşamayacak bir ışık huzmesi gibiydi.
50:36
Çünkü Hasan Ali hayalleri elinden çalınmış bir adamdı artık. O kendi
50:42
hayallerinin ve anılarının hapsedildiği o yıkık dökük evin içinde onların
50:47
başında bekleyen bir meczuptan başka bir şey değildi. O kendi ruhunun zindanında ömür boyu bir
50:55
mahkum, ömür boyu bir gardiyandı. O sadece masum bir insan ve o sadece şair
51:02
Hasan Ali'nin yasını tutan gardiyan Hasan Ali'nin bir gölgesiydi.
51:07
Evet sevgili dostlar, hayat maalesef cehaletin ve kıskançlığın zehirli
51:13
sarmaşıklar gibi bir ruha dolanıp onu nasıl kuruttuğunun ve kendi hayallerine
51:18
gardiyanlık yapmak zorunda kalan masum insanların acı hikayeleriyle dolu. Bu
51:24
hikayemizden dilin kemiği olmadığını ama bir kalbi nasıl un ufak edebileceğini
51:30
görmüş olduk. Elbette Hasan Ali de çok güçsüzmüş. pes etmeseydi diyecekler de
51:38
çıkacaktır. Ama unutmayın ki bir insanı linç eden kalabalığın gürültüsü bazen en
51:44
güçlü ruhları bile sessizliğe mahkum edebilir. Siz bir başkasının hikayesini
51:50
bilmeden yargılayanlardan değil, anlamaya çalışanlardan olunur mu? Bu
51:55
hikayemiz ile ilgili görüşlerinizi de bizimle paylaşmayı ihmal etmeyin. Bir sonraki yaşanmış gerçek hikayede
52:02
buluşana kadar kendinize iyi bakın. Hoşça kalın sevgili dostlar.
52:08
[Müzik] Yaşanmış Gerçek Hikayeler kanalına abone
52:14
olmayı ve videoyu beğenmeyi ihmal etme. [Müzik]
#Family & Relationships
#Human Rights & Liberties

